OSMANLI TÜRKÇESİNDE FARSÇA VE ARAPÇA KÖKENLİ DUYGU SÖZCÜKLERİ

‘adāvet: düşmanlık, yağılık
1. düşmanlık, husumet
2. kin, garaz, buğz


‘ār: utanma
1. şeyn, nakîsa, ayıp, utanılacak şey
2. utanma, mahcup olma, haya, mahcubiyet, şerm

‘aẕāb: işkence, keder
1. ceza, mücazat, cürüm ve kabahate karşı
kanunun tayin ettiği muamele 
2. ahirette günahkârlara ve şirk ve küfür ashabına verilecek ceza ve eziyet
3. eziyet, cevir, ukubet, işkence
4. pek büyük sıkıntı, eziyet, elem-i şedid


‘ažam:
1. kin, husumet, garaz, kötü niyet
2. kıskançlık
3. öfke, hiddet


ādreng: mihnet, sıkıntı, keder

amān:
emān: 1. eminlik, korkusuzluk
              2. bağış, bağışlama


anāḳat: ümidi boşa çıkma, muvaffakiyetsizlik

ārîg:
1. gücenme, kırılma
2. kıskançlık, haset
3. nefret, kin, düşmanlık

ārmān:
1. hasret, özleme, özleyiş
2. zahmet, sıkıntı
3. teessüf
4. pişmanlık

Tocka -  Il'ia Efimovich Repin (1844 - 1930)

ars: sevinç, ferahlık

pās:
1. gecenin sekizde biri
2. bekleme, gözetleme
3. gam, keder, gönül üzüntüsü, iç sıkıntısı

pejmān: 
1. pişman
2. hüzünlü, kederli, solgun


āzerm:
1. utanma, haya
2. şefkat
3. haşmet

āzîġ:  
nefret, kin; iğrenme


āzîr: 
1. ağrı, sızı akıntı, ıstırap
2. azar

āẕreng:
1. son derece katı, sert
2. çok keder, meşakkat, eziyet


baġdā': şiddetli nefret, hiç sevmeyiş 
baġža:
baġzā: şiddetli nefret, hiç sevmeyiş 


bāk: korku, sakınma; kaygı


havf: korku, havf, bîm, ihtiraz

befm: keder, tasa, iç sıkıntısı

behcet:
1. sevinç
2. güzellik, güleryüzlülük, şirinlik
3. erkek adı


güzellik, hüsn ü bahâ. [bazı yeni
lügatlerimizde bu kelimeye mesrûriyet
manası dahi veriliyor ve vakıan "behic"
maddesi o manaya geliyorsa da,
"behcet" lügati asla mesrûriyet anlamını içermez.

behl:
1. lanet, nefret
2. az şey, az su

behs:
1. neşe ve güleryüzle karşılama
2. cüret, yılmamazlık

beht: şaşkınlık, hayranlık, şaşma, şaşakalma, şaşkınlık, hayret


bejmān: 
1. hüzünlü, kederli, yaslı
2. yırtık, dökük, pejmürde

belā:
gam, keder, musibet, afet, ceza, gayet zor iş, büyük gaile
1. gam, keder, endûh, tasa
2. afet
3. adamın ne yapacağını bilmediği ağır ve sıkıntılı iş veya şahıs
4. ağırlık, sıklet, sıkıntı, müşkülât
5. ceza, mücazat, istihkak olunan ukubet



belbāl:
belbāle: vesvese, telaş, tasa, kuruntu
belel:
1. yaşlık, ıslaklık
2. hastalıktan iyileşen
3. zafer
4. mihnet, keder
5. düşkünlük
6. mücadele, kavga

beliyye: felaket, keder, kasavet, tasa. bela, musibet, müşkülat

belvā: keder, gam, tasa, felaket, ızdırap


cūşiş: coşma, kaynama (bk. cûş,
cûşânî) kaynama, galeyan, coşma

cübn: korkaklık

dāü’lmerak: karasevda, hypocondrie


ḍarr: sıkıntı, bela

ḍarrā: mihnet, keder; şiddet; bela. [darrâ] mihnet, bela, şiddet. mukabili: serrâ

dāü'l ġuṣṣa: karasevda, melankoli

dehşet:
1. şaşma
2. korku ve telaş gösterme, ürkme
3. akla şaşkınlık verecek surette korkma, korku
korkunç bir şey veya büyük bir tehlike önünde şaşıp kalma, dûçâr-ı havf ü telâş olma, ürkme


demdeme:
1. hiddet, öfke
2. hiddetle çıkışma, azarlama
3. küfür, hakaret
4. kırıp geçirme, hiddetli söz söyleme

derd: 
1. dert, gam, keder, kasâvet, gasa, kaygı
2. acı, ağrı, sızı [dert] 
-gussa, tasa 
-zahmet, eziyet, meşakkat

renc: yüreği ezen iç sıkıntısı


ḍucret: iç sıkıntısı, yürek darlığı

zucret: sıkıntı, darlık, zahmet, zaruret

ebz: 
1. ürkme, kaçma
2. birden ölme

edreng: sıkıntı, musibet

ehnāme: 
1. aşk ve sevda 
2. kendine çekidüzen verme

elem: ağrı, acı, sızı, sancı; keder,
dert, maddi ve manevi ızdırap
1. ağrı, acı, sancı, vecâ
2. keder, dert, gam


emel: ümit, umma, arzu, hırs, tamah
1. umu, umma, ümit
2. şiddetli arzu, hırs, tamah

endîşe:
düşünce; vesvese, merak, kaygı, gam, keder, şüphe, korku
1. düşünce, tefekkür
2. gam, keder, gaile
3. şüphe, vesvese, merak


endūh:
enduh: gam, keder, tasa, kaygı, üzüntü, sıkıntı keder, gussa

enūşā: 
1. mecuzi mezhebi
2. sevinç
3. adalet, iyilik

erāvend:
1. şevk, arzu, istek
2. şan, şeref


erd: 
1. kahır, öfke
2. un

ermān:
1. arzu, istek
2. yerinme, pişman olma

esef: acıma, keder, hüzün, gam, tasa, fevt olan bir şeyden mahzun olma

evgenc: pişmanlık 

eẕā: incinme, incitme, can yakma, eziyet, recniş, cefa, cevir, azar


fāide:
1. fayda, menfaat, kâr, kazanç
2. ümit; hayır; işe yarama
[fayda] 1. kazanç, kâr, nef', menfaat
2. istifadeyi mucip bend ve fıkra
3. işe yarama, yararlık, hayır, ümit

ferah: gönül açıklığı, sevinç, sevinme, sevinç, mesruriyyet, şâdmânlık, inşirah, gönül açıklığı

ferec:
1. gam, tasa ve sıkıntıdan kurtulma; kederden,
darlıktan sonra gelen sevinç, teselli
2. zafer
hüzün ve keder ve me'yusiyyetten sonra
gelen sevinç ve hüsnühal, sıkıntı ve şiddet
mukabili

ferḥat: sevinç, neşe


fernās: gaflet, şaşkınlık

feza:
1. korkma, bağırıp çağırma
2. dayanamama
3. ümitsizlik 
4. inleyip sızlanma
korkup ürkerek birinin himaye ve tesabuhuna kaçma, ibrâz-ı ye's ve dehşet etme, mesâibe karşı sabır ve metanet fıkdanı

firāḳ:
1. ayrılık, ayrılma;sevişenlerin ayrılığı
2. hüzün, keder, sıkıntı
sevişen iki kişinin birbirinden ayrılması, âşığın maşukasından ayrı düşmesi, hicran, firkat, mahzuniyyet, teessür


fitne:
1. bela, mihnet, sıkıntı
2. ayartma, azdırma
3. fesat, ara bozma, karışıklık, ihtilal
4. dinsizlik, canilik
5. ceza
6. delilik
7. güzel yüz, güzel göz, güzel kadın


azdırma, baştan çıkarma
karışıklık, fesat, sûriş
bâ'is-i fitne ve fesat olan hüsün  
letâfet-i dilber, âfet

ġam: keder, tasa, kaygı, dert, gussa, endûh

ġarām: aşk, sevda, şiddetli arzu, fazla gönül düşkünlüğü, derd-i ışk, firak, hicran, iştiyak, fevkalâde, muhabbet ve hasret


ġaym: 
1. bulut
2. susama, susuzluk
3. kin

ġayret:
1. çalışma, çabalama
2. kıskanma, çekememe
3. aziz ve kutsal bir şeye tecavüz edildiğini görmekten doğan asil, temiz duygu


kıskanma, kıskançlık
muazzez ve mukaddes bir şeye ağyarın tecavüz ve taarruzunu görmekten hâsıl olan ademi-i tahammül his ve hâl memdûhu, hamiyet

ġayž: hiddet, öfke, kızma, kızgınlık, kızgınlık başlatıcı hınç, dargınlık, hiddet, gazap

ġażab:
dargınlık, kızgınlık, darılma, kızma, hiddet,  öfke [öğke], hiddet


gezend: 
1. zarar, ziyan, hasar
2. elem, keder, afet, musibet 

ġıbṭa: aynı hali şiddetle arzu etme, imrenme
[gıpta] diğerinin hüsn-i halini arzu etme, imrenme.
"gıpta"nın "haset"ten farkı vardır: hasetçi başkasındaki nimet ve hüsn-i hâlin zevalini, gıpta eden ise onun zevalini istemeksizin yalnız kendisinde olmasını arzu eder. Haset memnu ve mezmûm, gıpta ise caizdir.


ġıll:
gizli kin ve garez, düşmanlık
[gıl] gizli husumet, kin, garaz "gış" ile
beraber kullanılır.]

ġınā:
1. zenginlik, bolluk
2. usanç, bıkkınlık
3. şarkı, türkü, nağme, ezgi, ırmalama

- iktifa, kifayet lüzumu miktarına malik
olup ziyade istememe
- zenginlik, maldarlık, servet ve sâmân

ḫafaḳān: 
1. ıstırap, sıkıntı; çarpma, vurma
2. yürek oynaması, yürek oynaması, çarpıntı


ḥafl: 
1. kederlenme, tasalanma
2. toplanma, toplantı

ḫāhiş: istek, arzu, isteyiş

hakka:
1. devamlı musibet, âfet, keder
2. kıyamet günü

ḥalāl: 
1. dostluk

ḥanîn:
1. şevk, arzu, iştiyak, istek
2. şiddetli arzudan doğan feryat, inilti
inleme, zari, ah enîn


ḫārḫār:
1. gönül üzüntüsü, yürek sıkıntısı
2. devamlı istek
3. sürekli kaşıntı

ḥased: 
kıskançlık, çekememezlik, başkasının nimet ve faziletini çekemeyip zevalini arzu etme, kıskanma, günü (güni)

ḥasret:
ele geçirilemeyen veya elden kaçırılan bir nimete üzülüp yanma, iç çekme, inleme;
üzüntü, iç sıkıntısı, keder, zahmet, eseflenme, göreceği gelme, özleyiş (bk. iştiyak)


1. ele geçemeyen veya fevt edilen bir nimete teessüf edip yanma ve iç çekme
2. iştiyak, göreceği gelmek

ḫaşye:
ḫaşyet: korku, korkma, havf

ḫavf: korku, korkma (psik. fobya), yılgı [lisanımızda masdariyyet manasıyla "havf etmek" suretinde istimali gariptir.]

ḥayā:
1. utanma, sıkılma
2. ar, namus, edep
3. Allah korkusu ile günahtan kaçınma
utanma, hacalet, şerm, mahcubiyet

Embarrassed - Sarah Hart Landort

ḫaybet:
mahrum ve meyus olmak, mahrumluk

ḥazen:
hüzn: gam, keder, tasa, mağmumiyet

ḥažž:
1. hoşlanma, zevklenme; sevinç, memnunluk
2. baht, talih, saadet, kıymet


- hisse, behre, nasip
- hoşlanma, hoşa gitme, lezzet-yab olma
- sevinme, sürur, şâdî, memnuniyet

hemm: gam, keder, tasa, kaygı
1. gaile, müşkül iş
2. tasa, kaygı, gam, keder, hüzün

hereb:
1. kaçma
2. şiddetli keder

heva:
heves, istek, arzu; sevgi; hoşlanma
1. arzu, meyil, heves
2. aşk, alâka
3. huzûzât-ı nefsaniyye, sefâhet 
4. övünme, tefahhur


heves:
1. arzu, istek
2. gelip geçici istek

- meyil, gelip geçen arzu, nev-zuhûr ve muvakkat meyil
- zevk, eğlence, hovardalık

hevl: korku (bk. havf) 
[hevl-nâk: korkunç, dehşetli.]

heyecān:
1. duyguların bir tepki halinde şiddetlenmesi
2. coşma, coşkunluk
3. tozmak, tozumak

- derûnî telaş ve hareket, coşma, coşkunluk


heym:
1. âşık olma
2. şaşkınlık

ḥıḳd: 
kin tutma, öc almak için fırsat bekleme, gizli adavet, kin, garaz

ḥırmān:
mahrumluk, ümitsizlik

ḥırṣ:
1. öfke, kızgınlık
2. azgınlık
3. sonu gelmeyen arzu, istek

- tamah, açgözlülük, şiddetli arzu, şiddet ve inhimakle bir şeyin üzerine düşme

ḫışm: 
kızgınlık, öfke [hışım] gazap, hiddet

ḫibb: 
1. sevgi, sevgili
2. yol arkadaşı


hicap: 
1. utanma, sıkılma
2. perde

- hail, mahcubiyet

hicrān:
1. ayrılık. (bk. cüdayi, firkat)
2. unutulmaz acı, keder, iç acısı

- ayrılık, firak, unutulmaz acı tesir, dokunma


ḥiddet: 
1. öfke
2. keskinlik

- şiddet, sertlik, gazap, tehevvür

hirās: korku, korkma, ürkme

hiyāc: 
1. ot kuruması
2. savaş başlaması
3. ızdıraplı olma


ḥubb: sevgi [aslı ışk'tır.] muhabbet

ḥubūr:
1. sevinç (bk. sürur) 
2. âlimler, fakihler, zekiler, anlayışlılar
3. İsrailoğulları bilginleri

- sevinç, sürur, mesruriyyet

ḫullet: içten sevgi, hakiki dostluk,
arkadaşlık

ḫurremî: sevinç (bk. meserret) 
1. [hurrem:] sevinçli, mesrur
2. müferrih, dil-küşâ

ḥusāfe:
gizli kin; düşmanlık

ḥusbān: azap, sıkıntı


ḫuṣūmet:
1. hasımlık, düşmanlık
2. kıskançlık, çekememezlik

- hasımlık, düşmanlık, adavet

ıṭṭtılāḳ: inşirahlı olma

ıżṭınā: utanma, sıkılma

ıżṭırāb: acı, elem, azap, sıkıntı, vesvese
[ıstırap (ıztırâb):] sıkıntı, azap, büyük zahmet ve eziyet


ibtiġā: 
1. talep, arzu, istek
2. maksat, gaye

ibtihāc: 
sevinç, sevinme, gönlü açılma, ferah, sürur

irmān:
1.dalkavuk
2. davetsiz olarak bir yere giren kimse
3. eğreti
4. arzu, istek
5. pişmanlık

irti‘āb: korkma, titreme, ürkme


irticā:
(recā'dan) umma, ümit etme, ümit ediş

irtiḫas: ızdırap ve sıkıntı içinde bulunma; huzuru kaçma

irtikāz:
1. ızdırap duyma
2. hamile bir kadının karnındaki çocuğun hareket etmesi

irtimāz: ızdırap içinde kıvranma

irtiyaḥ
(riḥ'ten)  
1. ferahlama
2. rüzgârlanıp rahatlama


istem: zulüm ve sitem 

istibşār: 
müjde alma, hayırlı bir haber alıp sevinme, ferahlama

- bir haberi müjde gibi telakki etme

istibvār: kızma, hırslanma

isti‘cāb: taaccüb etme, hayrette kalma, şaşma, istiğrâb

istiġnā:
1. aza kanaat etme, tokgözlülük
2. ihtiyaçsızlık
3. nazlanma; ağır davranma
4. çekinme (bk. ihtiraz)


- mevcutla kanaat ve onu bâ'is-i gınâ ittihaz ederek başka bir şeye arz-ı ihtiyâc
etmeme, kanaat
- adem-i tenezzül, yüz çevirip bakmama, kibir ve nahvet

istiġrāb: garip bulma, şaşma, taaccüp etme, tahayyür, isti'cab
("istiğrâb" bir şeyin garip ve bambaşka olmasına, ve "isticâb" ise pek güzel ve
fevkalâde beğenilecek bir halde bulunmasına şaşmak hakkında müstameldir.)

istiḥḳār:
hakir görme, hor görme; hor görülme (istihâne)
hor ve hakir nazarıyla bakma

istihvā:
1. birinin aklını alma; şaşırıp kalma 
2. heva ve hevesi hoş görme

istînās: 
1. alışma
2. ürkekliği kalmama
ünsiyet peyda etme, alışma, vahşet zail olup munis olma


keder:
1. bulanıklık
2. tasa, kaygı, gönül üzüntüsü

- tasa, kaygı, gam, gussa, dert

kefā: mihnet, meşakkat, sıkıntı

kelāl: yorgunluk, bıkkınlık  
ta'ab, bıkıntı, usanç, fütur

kelef:
1. yüzdeki benek, siyah veya kırmızı noktalar
2. şiddetli sevgi


kerb: tasa, kaygı, gam, keder, gussa

kerh: 
1. iğrenme, tiksinme, hoşlanmama

- ikrah, istikrah, kerahet, nefret 
- istemeyerek ve cebir altında bir iş yapma, zorlama, zorlanma, zor, tav' mukabili


keş-ā-keş:
1. çekişme, münakaşa
2. iki kişinin, bir şeyi ucundan tutup her birinin
kendine doğru çekmesi
3. pehlivanların birbirleriyle savaşması
4. gam, keder, tasa, kaygı
5. felaket

- çekişme, münazara, münakaşa
- tereddüt, ıstırap

mālîḫulyā:
1. karasevda
2. kuruntu (bk. hayal-i ham, vesvese) 
3. melankolya, fr. mélancolie


mātem:
1. hüzün, keder ve musibet zamanındaki ağlayış, yas; yaslı, kederli bulunma (bk. şîven) 
2. muharrem ayının ilk on gününde Hz. İmam-ı Hüseyin için yas tutarak mersiyeler okuma âdeti

- bir ulu için ağlaşıp siyah giyinme 
- zevk ve eğlenceden içtinap, yas, azâ

mażaż:
1. acıma, kederlenme
2. musibet, felaket acısı

mecẕūbiyyet: [birine doğru] gönül akması

meftūniyyet: tutkunluk, gönül verme,vurgunluk; hayranlık, aşırı derecede beğenme
1. sihre uğramış gibi kendine malik olmayacak derecede vurgun, müptelâ, giriftâr-ı aşk
2. hayran, mütehayyir, bir şeyi pek ziyade beğenmekten vâlih ve hayran olan, şaşakalmış


mejeng: 
1. keder, gam, tasa
2. nefret edilen, hoş olmayan

melāl:
1. usanç, usanma, bıkma
2. sıkılma, sıkıntı (bk. melel,melul)
[melâlet] usanç, usanma, bıkma, bıkıntı, sıkılma

melel: usanç, bıkma (bk. melâl, melûl)

memnuniyyet:
memnunluk, razılık; sevinç duyma (bk. dil-şâdî, mahzuziyet, mesruriyet)
1. minnet altında bulunma, minnettarlık.
2. hoşnutluk, razı olma
3. sevinç, şâdî, mahzûzîyyet

me’mūl:
1. emel edinilen, ümit olunan, umulan, beklenilen
(bk. muhtemel, mümkin) 
2. ümit, umut
3. kabil


mendeme:
1. pişman olma
2. pişman olunacak yer

mer‘abe:
1. tenha ve korkunç yer
2. birdenbire korkutma

merāḥ: çok aşırı sevinme

merāḳ:
1. bir şeyi anlamak veya öğrenmek için duyulan arzu
2. bir şeyi edinmek, yapmak, bir şeyle uğraşma arzusu
3. heves, istek, düşkünlük
4. iç darlığı
5. kuruntu, telaş
6. kaygı, tasa
7. kara sevda, dalgınlık


[Merk'ten ki karnın en nazik ve rakîk yeri
demektir.] 
1. kara sevda, dalgınlık ve düşünmekle zuhur eden hafif cinnet
2. bir şeyi anlamak ve öğrenmek arzu ve gailesi
3. arzu heves, bir şeyin üzerine çok düşme, iptilâ
4. vesvese, telaş, şüphe üzerine korkma
5. bir şeye dikkat edip ehemmiyet vererek en iyisini aramak ve
her türlüsünü beğenmemek hali
6. geçmiş bir acıyı derhatır etmeden hasıl olan keder, yeis, fütur ve hüzün

merām:
1. istek, maksad, niyet, arzu, talep, matlup
2. kasıt

merḥamet: şefkat gösterme, acıma; birini esirgeme, acırganma, rahim

mes‘ūdiyyet: mes'udiyyet, bahtiyarlık, kutluluk, sa'adet-i hâl

meūnet:
ölmeyecek kadar yiyecek, içecek  
zahmet, meşakkat, sıkıntı



meveddet:  sevme, sevgi
["vedd"den mş. mîmi. - mîmin zammıyla
galattır.] muhabbet, hub, muhadenet

miḥnet:
1. zahmet, eziyet
2. gam, keder, sıkıntı, dert
3. bela, musibet

- renc, elem
-  afet

minnet:
1. bir iyiliğe, bir iyilik yapana karşı kendini borçlu görme
2. görülen iyiliğe karşı teşekkürde bulunma
3. yapılan iyiliği başa kakma
4. şükür, teşekkür etme


- ihsan, inam, lütuf ve kerem
- yapılan bir iyiliği başa kakma
- şükür, hamt, sipâs
- görülen bir iyiliğe karşı daima izhâr-ı ihtiyaçla arz-ı şükran ve mahcubiyet etme,
bâr altında kalma

mîzād: sevinç, sürûr, neşe

muāḫāt:
1. kardeşlik edinme
2. kardeşlik
3. kardeşçe sevgi
4. içten arkadaşlık

muḥābā: korku, ihtiraz, çekingenlik
(bk. pervâ)
[bî-muhâba: pervasızca, bilâ-ihtiraz
kaydetmeksizin.]

mūje: 
1. gam, kaygı, tasa
2. bela, musibet

mükāşeḥā: kin duyma, kin besleme


murād:
1. arzu, istek, dilek
2. maksat, meram
[murat]: 
1. iradet olunan şey, istek, hâhiş, matlab, dilhâh, kâm
2. maksat, meram,ifade ve ifhamı niyet olunan şey

muvālāt: dostluk, karşılıklı sevgi, koruma, yardım, dostane muamele, karşılıklı
muhabbet, himaye ve muavenet


muvāsāt:
1. yardım, iyilik dostluk etme
2. ölen bir memurun ailesine maaş bağlama

- teselli, tesliyet, gam-küsarlık
- hidmeti devlette iken vefat edenlerin eytam ve erâmiline maaş bağlama

münāfese:
münafeset: haset, kin, çekememezlik, gizli düşmanlık, birbirine karşı nefsaniyyet gösterip haset ve rekabet etme

müstekinne: içteki kin


naḳm: intikam, öc alma, eza vererek cezalandırma

nāmūs:
1. kanun, nizam
2. ar, edep, haya, ırz
3. temizlik, doğruluk
4. Allah'a yakın olan büyük melek, Cebrail

- kanun, nizam
- ırz, edep, pâkdâmenlik, ismet
- iffet, istikamet
melek-i mukarreb

nāzile:
1. bela, sıkıntı (bk. mihnet, dâhiye) 
2. inme (bk. nüzul)
3. nezle

nedāmet: pişmanlık (bk. nedâmetkârî, nedem) nadim ve pişman olma, pişmanlık, ildim

nefr:
nefret: 
1. ürküp kaçma
2. iğrenme, tiksinme


[nefret]: 
1. ürküp kaçma, tavahhus 
2. ikrah, istikrah, teneffür

nefsāniyyet: gizli düşmanlık, kin, garez [lügat-ü müvellede] garaz, gizli adavet

nehem: 
1. yemeğe şiddetli arzu duyma
2. deve homurtusu


nehîb:
1. yağmacı, çapulcu
2. dehşet, korku

perestiş: tapınış, şiddetli sevgi, gönül akışı
1. tapınma, tapma, ibadet
2. fevkâl-had muhabbet, düşkünlük, meftuniyet


permer: 
umma, bekleme

pervā:
1. korku 
2. çekingenlik
3. ilgi, bağ

- havf
- çekinme, içtinap, ihtiraz
- kayıt, tekellüf, takayyüt, gaile

perverî:
1. besleyicilik, büyütücülük, terbiye
2. seçme
3. sevme

peşîmānî: pişmanlık


raġbet: 
1. istekle karşılama
2. istek, arzu
3. iyi kabul edilme

- hâhiş, meyil
- kabul, hüsnükabul, hüsn-i telakki, itibar

rāḫ: 
1. kaygı, keder
2. zan, sanma

rahamût: büyük merhamet

raḥm: acıma, esirgeme, koruma
[doğrusu: "ruhm" ve "ruhum"dur.]


raḳd:
1. uyumak üzere olma, henüz dalar gibi olma 
2. sıkıntı, uyuşukluk

ra‘şe: titreme, titreyiş, ürkme

- korku, soğuktan titreyiş


recā: ümit, umma

re’fet:
1. merhamet etmek, acımak, esirgemek, lütuf ve merhamet

reṣāne:
1. hasret, iştiyak, tahassür
2. teessüf, telehhüf


reşk: 
1. kıskanma, hased
2. kıskanılmış

- gıpta, mucip, mahsûd

reyn:
1. kir pas 
2. gönül sıkıntısı, iç üzüntüsü [işlenen bir günahtan dolayı]


ribāṭet:
1. kalbi sağlam olma
2. kalb kuvveti
3. sabır, tahammül

riḳḳat:
1. rakiklik, yufkalık, incelik
2. merhamet, acıma

- şefkat, teessür, müteessir olma, rahm


selvet:
1. gönül rahatlığı, iç huzuru
2. memluk, mutluluk; zevk, keyif

sevdā:
1. aşk, sevgi
2. aşırı sevgiden doğan bir çeşit hastalık
3. istek, heves, arzu

- mütekaddimin zehabınca ahlât-ı erba'adan bir iki dem ve balgam ve safranın gayrıdır
- güya bu hıltın galebesinden hasıl olan hüzn-engiz mizaç, merak
- aşk, şeydalık, iptila

sevret:
1. öfke, kızgınlık
2. tezlik
3. hücum; dövüş 
4. hükümdarın şiddeti, kudreti


sūz:
1. yanma, tutuşma; ateş, sıcaklık
2. dert, ıztırap, acı, hararet

sūziş:
1. yanma, yakma
2. te'sir etmek, dokunma 
3. yürek yanması, büyük acı

- muhriklik 
- tesir, hüzün
- yürek yanması, büyük teessür

sübûr: azap, sıkıntı; mahvolma

şādî: memnunluk, sevinçlilik, gönül ferahlığı, sevinç, mesruriyyet, mahzuziyyet


şedîde: 
şiddet'ten bela, musibet, büyük sıkıntı

şeda'id: 
["şedide" lisanımızda gayr-i müsta'meldir.] 
1. zahmetli ve meşakkatli haller, şiddetler
2. afat, mesa'ib

şefaḳat: şefkat, acıyarak ve esirgeyerek sevme


şeġaf:
delicesine sevme, yüreği ihata eden zar "tamur" dahi denilir

şen:
1. naz ve eda
2. göze ve gönle hoş görünen hal
3.ferahlı, sevinçli 
4. kendir
5. bayındır

- sevinmiş, sevinçli, mesrur, memnun, güler yüzlü
- meskûn, mamur, ümranı yerinde, işlenmiş - ferah, müferrih, rûşen

şenār: büyük utanç, ayıp


şerm: utanma, mahcubiyet, hacâlet

şeṭāret:
1. neşe, şenlik, sevinç
2. bazı Arap halayıklara verilen bir ad 
[Arapçadaki asıl manası: "hilekârlık"; "şaklabanlık"tır.]
3. çoğunlukla, Arap ve Çerkez kadınlarına verilen bir ad
şenlik, şuhluk, cüst-ü çâlâlk ve şen olan adamın hâli [Lisanımızda evsâf-ı memdûha suretinde olup, halbuki asıl arabîde hilekârlıkla şaklabanlık demektir.]

şeydāî: sevgiden ileri gelen divanelik, şaşkınlık

[şeydayî] aşk ve alakadan ileri gelmiş divanelik

şîven: matem, yas; inleme, sızlanma, nâle, figan, âh u enîn


şuridegî: 
1. karışıklık
2. tutkunluk, düşkünlük

- meftuniyet, iptila

şükr:
görülen iyiliğe karşılık gösterilen memnunluk, minnettarlık

[şükür] 
1. görülen iyiliğe mukabil izhâr-ı hoşnûdî ve ibrâz-ı minnetdârî, hamd, sipâs

ta‘ab:
1. yorgunluk
2. sıkıntı, zahmet, meşakkat, eziyet 
3. hek
sinirlerin zayıflığı dolayısıyla adalelerde başka yerlerde duyulan şiddetli sancı


- zahmet, meşakkat, eziyet

ta‘aṭṭuf:
1. esirgeme
2. acıma, merhamet etme, şefkat gösterme
3. verme [taattüf] acıma, şefkat ve merhamet etme

tafte-gî:
1. kızgınlık, hiddet, şiddet
2. yorgunluk
3. biçimini, şeklini değiştirme
4. eğirme, bükme


tahakkud: kin tutma, kin gütme 

takva:
Allah'tan korkma, Allah korkusuyla dinin yasak ettiği şeylerden kaçınma

- Allah'tan korkup menhiyattan çekinme, tevakki, perhizkârlık, züht

tarab: sevinçlilik, şenlik; sevinçten gelen coşkunluk ve tepinme, ayş ve sefa
 
tâse: tasa, kaygı
[tasa] keder, gam, dert, esef

tazaccür: iç sıkılması; sıkıntı 


teannî:
1. zahmet çekme, emek verme, çabalama
2. birinin başına dert açma
3. sıkıntı, ızdırap, tasa, endişe

tebeh:
1. bozuk, çürük, berbat, yıkılmış, harap
2. mahvolma; yıkıntı; tükenme

- mahıv ve harap olmuş, muzmahil 
- mahıv, harabiyyet, izmihlâl


tecazüp:
mücazebe, birbirini cezbetme, çekme, sempati psik. fels. duygudaşlık; fr. sympathie

teeccüm: öfkelenme

teessür:
1. kederli ve üzüntülü olarak hislenme, içlenme
2. bir şeyin tesirini duyma
3. acı, keder duyma

- bir şeyin tesiri altında bulunma, tesirini
hissetme, duyma
- hüzün ve keder duyma,
mahzun ve mükedder olma, acıklı bir şeyin
tesirini hissetme


[Arabîde bu iki manadan hiçbirini ifade etmeyip, birinin izini takip etmek manasına geldiğinden, bu lügat dahi nâbemahal kullandığımız elfâz-ı arabiyye cümlesindendir. Teessür etmekten ziyade müteessir olmak kullanılıyor.]

telhkâmî: kederlilik [telh-kâm] damağı acı, her şey kendisine acı gelen, meyus, mustarip


tenadd:
1. birbirinden ürkme
2. dağılma, perişan olma
[tenad] dağılma, perakende ve perişan olma [yalnız şu tabirde müstameldir:] 
yevmü't-tenâd: kıyamet günü, rûz-ı mahşer

tenaffut: 
1. çok hiddetlenme, ateş püskürme


tenâkür:
1. bilmezlenme, bilmezlikten gelme
2. psik. karşıt duygu, antipati, fr. antipathie

terah: gam, tasa, acı, keder

tevellu:
vely'den sevme, aşk ve alaka peyda etme

tıyre: 
1. gücenme, darılma
2. gücenen, darılan

umrân:
1. mamurluk, bayındırlık, bayındırlaşma
2. medeniyet, ilerleme, refah ve saadet, mutluluk


[Halat olarak aynın kesriyle zebazedidir.]

- mamurluk, ma'muriyyet, bir yerin
tamamıyla meskun ve hakkıyla işlenmiş
olması
- medeniyet, terakki, refah

usret: zor, güçlük, zahmet, sıkıntı,
zorluk


- zaruret, darlık, sıkıntı

üftade-gî:
1. üftadelik, düşkünlük, zavallılık
2. âşık olma

[üftâde] düşmüş, düşkün, bîçare
[düşkünlük manasıyla lisanımızda
"üftâdegî" istimali pek çirkindir.]

ümid: umut, umma [ümit] umu, umma, emel, memul

ümniyye: 
1. ümit, umut
2. istek, arzu
3. niyet, kuruntu


[ümniye] 
- umu, ümit, emel - arzu, istek
- maksat, niyet, kuruntu

ünsiyyet:
alışkanlık, ahbaplık, arkadaşlık

Zaten masdariyyet manasını mutazammın olan "üns" ismine "iyyet" edat-ı masdariyyeti ilavesiyle teşkil etmiş esassız ve yanlış bir lügattir. Arabîde asla
kullanılmaz. "üns" ve "ülfet" lügatleri bunun manasını ifadeye kâfidir.

vahşet:
1. vahşîlik, yabanilik
2. ıssızlık, tenhalık
3. korku, ürküntü


- tenha ve ıssız yerlerde
duyulan korku ve dehşet
- ürkme, korkma, dehşet


vakahat: arsızlık, utanmazlık, küstahlık 

vamk: sevme
[vâmık] "vamk"tan âşık, sevdalı

vecd:
1. kendisinden geçecek derecede dalgınlık
2. tas
kendini kaybedercesine ilahi aşka dalma
3. aşırı heyecan
4. kederlenme [vect] kendini kaybedecek derecede aşkı ilâhîye dalma, istiğrak


vücum:
1. darılıp susma
2. iğrenme, tiksinme
3. kederli olma 
4. göğüse durma

yârî: 
1. dostluk
2. yardım

- muhabbet, sadakat
- imdat, muavenet, meded-reslik


ye's: ümitsizlik, elem, keder

(kunût, nevmîdî) [yeis] ümitsizlik, nevmîdî, me'yusiyyet

zaar: şiddetli korku

zagine: kin, nefret

zahl: öc, intikam; düşmanlık (adâvet, udvân) 

zamîr:
1. iç, içyüz (dâhil, bâtın)
2. kalb; vicdan
3. gönülde gizli olan sır


- iç, dâhil, her şeyin iç yüzü, batın
- kalp, yürek, vicdan 

zarrâ: 
1. mihnet, keder, sıkıntı, bela
2. şiddet (darrâ')

zebîr: 
1. mihnet, sıkıntı 
2. mektup; yazılmış şey

zecr:
1. önleme, yasak etme
2. zorlama, zorla yaptırma (icbar) 
3. kovma
4. eziyet, sıkma (cevr) 
5. angarya çalıştırma


[zecir] 
men, nehiy, [asıl arabîde hayvanatı sesle veya el ve işaretle kovup uzaklaştırma manasına gelir.]
- zorlama, icbar, kerhen bir işe sevk
- angarya gibi meşakkatli işte kullanma, bazı erbâb-ı cürmün hıdemaât-ı şâkkada istihdamı gibi muamele
- cevir, eziyet [son üç manası lisanımıza mahsustur]

zehre:
1. öd, safra
2. yiğitlik, cesaret, öd, merâre, cür'et

zevk:
1.biy, tadım
2. tatma, tad, hoşa giden hal, haz
3. tas, manevi haz
4. boş vakit geçirme; eğlence, eğlenti, cünbüş, eğlenme
5. güzeli çirkinden ayırdetme kabiliyeti
6. alay etme, eğlenme ( suhre)


- havâss-ı hamseden bir iki ağızla duyulur, kuvve-i zâ'ika
- lezzet duyma, mütelezziz olma, haz, mahzûziyyet, hoşlama 
- iyiyi kötüden fark ve temyiz etmek hâsse-i tabî'iyyesi ve iktidarı, hüsn-i tabî'at
- eğlence, cümbüş, tarab, keyif, safa - eğlenme, istihza

zımn:
1. iç taraf
2. açıkça söylenmeyip dolaylı yoldan anlatılmak istenilen söz, gizli maksat
3. istek, niyet

- iç taraf, dâhil
- açıktan ifade olunmayıp diğer sözlerden anlaşılan maksad-ı hafî
- maksat, meram, sebep


zîk: darlık, sıkıntı (dîk) darlık, sıkıntı

zôr: sıkıntı, rahatsızlık

[fârisîden me'hûz] 
1. zahmet, rahatsızlık
2. güçlük, usret, ıstırap, müşkülat 3. mecburiyet, ıztırâr, cebir

zucret: iç sıkıntısı, yürek darlığı (ducret)


zulm:
1. bir şeyi kendi yerinden başka bir yere koyma
2. zulüm, haksızlık, eziyet

[zulüm] haksızlık, gadir, sitem, cevir, adl mukabili

zükr: yürekte olan düşünce

Yorumlar

Popüler Yayınlar