KARDELEN ÇIKMAZI


Bir gece ansızın zihinde beliren çıplaklığıyla Beyoğlu, sarmaş dolaş kollarıyla zemheriyi kuşatıyordu. Zemheri soysuz, zemheri ruhsuz. Ne çizse yazılamıyordu. Büyük bir girdap ki, kavuran cinsten. Harlansa anlamıyordu. Sonlarına yaklaşan, hakimiyetini kaybeden sayısız insan gülüp duruyordu. Kireç gibi bembeyaz bir aşüfte, doğarken ecnebi mahallesinde, sorgulamıyordu çiçeklerin renklerini. Sualsiz dalgalanan sancak, ancak bu kadar harabe bir üryanlığı temsil edebilirdi. Ki zihinlerde çokça anılan şiirler, sükûnet içinde kaybolmaya yatkındılar. Bu denli soğuk olan kabre kabul ediliş bir ceza olarak görülürken, sayılan kristaller karşısında sorgusuz sunulan irembağı en mutlak mükâfattı. İşte sokakların çıkmazı Beyoğlu, yalarken kaldırım taşlarının asabiyetini, sepesessiz bir kız oradaydı. Fahişeler kadar kaçmıyordu yağmurdan. Islak bir gelincik sanılırdı. Kör bir bıçak kadar keskin, bir erkek kadar ağlaktı. 


' Felaketler günleri sardığında, büyük bir fedakarlık gerekliydi. Gül kuruları ajandalarda parçalanır vaziyetteydi. Kan içilen ağır şerbet, lekesi vazgeçilmez tehdit unsuruydu. Bazen çok sonra bile anlaşılmayacaktır, gerçekleştirdiğin eylemlerin can kurtaran hafifliği. Geçen yıl olsa sayfalar susmaz. Aranan bank olsa kırılan penceredir. Kurşun etini deşen, dostun sessiz matem. Geride yılgın duman, yenilgin baygın yatağında kurdeşen adam. Bir şiir okudum sanırsın bir şairi öldürürsün. Bir kadını koruyacağım derken kızını yitirirsin. '


' Nesrin Sipahi'ye benzettiğin şahika, yollarından saparken uğradığın mey yüklü odalardan habersizdi. Bilmezdi otuzluk suçlu sergüzeşti. Elin ayağın birbirine girer, koridorlar saldırgan görünürlerdi. Bir kağıt tutuşturur eline, şifreler eşliğinde kameralarla döşenmiş mezbahayı solurdun. Mayışıp bir gün sessizlik altında pineklerken, bir iki satıra ayaklanıp atardın adımlar. Tıklanan kapı saygıdan kahır duyardı. Değiştirilen odalar, indirilen saksılar, ah çiçekler ki soldular. Balkonlarda katliam var. Tende bir kıvılcım köklerinden öper. Sivrilmiş dudaklar ki usturadan hallice, zerresi zerresine kanını yudumlatır. Kaputtan tüten, genzi bitiren, beklerken o şüpheyi iliklerinde hisseden, iki cansız nefessiz cenaze. '


' Bürünülen kisveler yıl yıl değişmiş. Bir şeker bile Cem Karaca'nın yüzüne gülermiş. Yağmurun tadından, esen rüzgara kadar eskimiş. Damağımda şimdi ekşimsi bir eriğin can çekişen muazzam kıvılcımları. Masamdaki fotoğrafta sezemediğim masumiyet, erken terketti bu bedeni. Büyüdüler bu çocuklar. Etraflarında Ölü Canlar, Kayra'nın sesinin mesken tuttuğu çimler...


Şehir şehir gezen bu insanlar, hayatlarını birbirlerine mühürlediler. Bu izler taşıdıklarını kanatan incelikte şekil alıp piştiler. Şimdilerde kayıplar, ölenler ve eskilerde kalan o çocukluk maceraları. Geri getiremeyeceklerimiz enkaz altında ölmüştür. Yakılan ateşler, benzinle körüklenen sokaklar, içten bir tebessümle çok eskilerden buruk bir yutkunuşla karşılıyorlar beni. Evlerden toplanan kitaplarla oluşturulan koleksiyonlar, tabelalarla yer değiştirip sprey boyalarla duvarlarımızı şahlandırdılar. Aydınlıkta, meşe ağacı altında ürkek bir kedi. Son kez mavi telefon kulübesi, bakkalın sağından rayları sıyıran kadının parçalanmış etleri. Yeni bir katil taptaze pişti. Servisi özensiz gençlerin elinde birer silüetti. 


Şehrin ötelenmiş mabedinde iki katlı bir yuva. Yanmaktaydı ki bembeyaz cehaleti gördüm çıplak gözlerimle. Bir hanımefendi rüzgar eşliğinde öyle esiyordu. Kolları acınasıydı. Kanı elbisesinde üstün bir şiir gibi beni incitmişti. Kıpırdamaksızın yerimde izlemiştim. Köpek sesleri canice zihnimi linç ediyordu. Ambulanslar işlevsiz görünüyordu. Üşümek, en akılda kalıcı ızdıraptır ve yine üşümek en akılda kalıcı zevktir. Yaşamı ve ölümü aynı anda hissettiren zemheridir... '

Yorumlar

Popüler Yayınlar